Golconda
Golconda ya hoşgeldiniz.
Golconda
Golconda ya hoşgeldiniz.
Golconda
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.


'Şu çarşaflar üstüne uzansam dümdüz; uğruma melekler cehennemlik olurdu!'
 
AnasayfaPortalLatest imagesKayıt OlGiriş yap
Similar topics

 

 Japon Animasyonunda Vampirler

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
nevermind
Admin
nevermind


Mesaj Sayısı : 92
Kayıt tarihi : 07/01/10
Yaş : 32

Japon Animasyonunda Vampirler Empty
MesajKonu: Japon Animasyonunda Vampirler   Japon Animasyonunda Vampirler I_icon_minitimePerş. Şub. 11, 2010 8:51 pm

Japon Animasyonunda Vampirler


Bu yazı, 28 Nisan 2002’de Ankara’da 3. Japon Animasyon Günleri çerçevesinde yapılan "Japon Animasyonunda Vampirler" sunuşunun revize edilmiş versiyonudur ve Geceyarısı Sineması Dergisi'nin 14. sayısında yayımlanmıştır. Geceyarısı Sineması Dergisi'nin izniyle sitemizde yayımlanmaktadır.

Kaya Özkaracalar

Animasyon sanatında çok özgün bir ulusal ekol olan (ve hayranları arasında kısaca ‘anime’ olarak anılan) Japon animasyonunda vampir temalı ürünlerin sayısı hiç de az değildir. Aslında dergimizin önceki sayılarında dizi olarak yayınlanan Vampir Dosyası’nın ilk bölümünde uzun uzadıya açıklandığı üzere vampir inancı, Orta ve Doğu Avrupa kökenli bir batıl inanç. Ama önce Avrupa edebiyatına, sonra da edebiyat uyarlamaları ile Amerikan sinemasına transfer olmuş ve bu yoldan Batı popüler kültür motiflerinin küreselleşmesiyle birlikte artık ‘tüm insanlığın malı’ hâline gelmiş durumda. Kuşkusuz yerkürenin pek çok yöresinde olduğu gibi Japon kültüründe de vampirimsi özgün varlıklara dair inançlara rastlamak mümkün, ama diğer güncel popüler kültür üretim sahalarında olduğu gibi animede de vampirler daha çok ithal kökenli sayılabilecek bir öge, daha doğrusu ithal edilerek yerelleştirilmiş veya yerelleştirilerek ithal edilmiş denilebilir.

Vampir ögesi içeren animelerin en ünlülerinin ortak özelliği, başkarakterin kendisinin vampir veya yarı-vampir olması ve insanlardan yana saf tutarak vampirleri ve/veya diğer habis doğa-üstü varlıkları ‘avlıyor’ olması, Vampir Avcısı D ve Vampir Prensesi Miyu gibi.

Vampir Avcısı D
Vampir Avcısı D’nin ortaya çıkışı, 1983’ten itibaren yayınlanmaya başlayan aynı adlı resimli roman dizisiyle olmuş. Bu dizinin bir romanı 1985’te uzun metraj animasyon filmi olarak beyazperdeye uyarlanmış. Kyuketsuki Hunter D, bir hayli gecikmeyle de olsa nihayet 1992’de Vampire Hunter D [buradan itibaren VHD olarak geçecek] adıyla İngilizce’ye dublajlanarak ABD’de vizyona girecek, ardından Amerikan televizyonlarda defalarca gösterilecek, bilâhare hem ABD’de, hem Britanya’da video piyasasına sürülecek ve böylece Japon animasyonun Batı’da popülerleşmesinde önemli bir rol üstlenecekti. Yarı-insan, yarı-vampir (filmdeki terminolojiye göre bir ‘dhampir’) olan Vampir Avcısı D karakterinin, bu özelliğinden dolayı öncülünün Amerikan Marvel Yayınevi’nin Tomb of Dracula çizgi romanındaki karakterlerden Blade olduğu söylenebilir. VHD herşeyden önce, daha sonraki daha da sert animelere oranla bugün ılımlı görünse de, bir çizgi filmde alışık olunmayan derecede kan, şiddet ve erotizm içermesi açısından dikkat çekmişti. Daha filmin başlarında kanın gövdeyi götürdüğü açılış sahnesinin ardından, D’nin vampir avcısı hizmetinden yararlanmak isteyen genç kızın ona “sana verecek param yok ama günde üç öğün yemek yapabilirim ve istersen benle yatabilirsin” demesinden bunun yetişkinlere hitap eden bir ürün olduğu belli oluyordu. VHD, pek çok farklı anlatısal ve görsel stili bir potada eriten bir çalışmaydı. Başkarakter, spagetti westernlerden çıkmış bir kelle avcısı gibiydi, özellikle az konuşur olması açısından Clint Eastwood’un ‘Man with No Name’ tiplemesini çağrıştırıyordu (zaten Sergio Leone’nin spagetti westernleri de Japon samuray filmlerinden esinlenmiştir). Dinozorlarların kol gezdiği bu coğrafyada, en yeni teknoloji ürünü silahlar bilim-kurgu unsuru katıyor, kasabanın mimarî yapısı İngiliz Hammer stüdyosu korku filmlerinden aşina olunan 19’uncu yüzyıl Orta Avrupası izlenimi yaratıyordu. Yani popüler kültürün pek çok motifi, “mutantların ve iblislerin karanlıklarda oynaştığı uzak bir gelecek” açıklamasının ardından perdede arzı endâm ediyordu.

Vampir Prensesi Miyu
Sevimli bir küçük kızın başkarakter olduğu Kyuketsuki Miyu’nun (Vampire Princess Miyu, Vampir Prensesi Miyu), ismi ve başkarakteri sebebiyle, ilk duyuşta salt çocuklara hitabeden bir anime olduğu şeklinde çok yanlış bir izlenim yaratabilir. Oysa Miyu dizisi, teması ve dramatik yapısı itibariyle Japon animasyonun en ‘olgun’ ürünlerinden biri. Tevekkeli değil Miyu’nun televizyon dizisi, Japonya’da geceyarısından sonra gösteriliyormuş. Miyu önce 1988-89 yıllarında ardarda piyasaya sürülen her biri orta metraj dört bölümlük bir video dizisi (anime terminolojisiyle ‘OAV’, yani orjinal anime videosu: sinema veya televizyon için değil doğrudan video pazarı için üretilen animeler) olarak hazırlanmış. Ancak takibeden yıllarda yayını süren Miyu çizgi roman serisinin popülerliğini hiç kaybetmemesi üzerine yıllar sonra 1997’te bu kez televizyon için yeni bir Miyu anime dizisi hazırlanmış.

Miyu OAV dizisi, Himiko adlı genç ve güzel kadının etrafında dönüyor. Doğaüstü olayları çözmeyi kendine iş edinen Himiko’nun karşısına birbirinden bağımsız her ayrı vakada Miyu adlı küçük bir kız çıkmaktadır. Biz izleyiciler de OAV dizisi boyunca Miyu’nun gizemini Himiko’ya parça parça açıklamasını takip ediyoruz. Miyu kendisi de bir vampirdir ama aslında shimna denilen çeşit çeşit, doğaüstü ve habis varlıkların kontrol altında tutulmasıyla görevli bir soydan gelmektedir. Miyu’nun ailesi fî tarihinde küçük kızlarını bu zor görevi devralmaktan sakınmak istemişler ve bu tutumları sebebiyle sayısız shimna insanların arasına karışmayı başarmıştır. Dolayısıyla Miyu, firardaki bu shimnaları teker teker arayıp, bulmak ve onları ait oldukları evrene geri göndermekle yükümlüdür. Yüzyıllar sürse de bu görevi tamamlayıncaya kadar bedenen küçük bir kız olarak (ailesinin ona bu görevi devretmekten kaçındığı yaşta) kalmaya mahkûmdur, ruhen ve zihnen kimbilir kaç yaşında olsa da… İşte Miyu’nun trajedisi budur, küçük bir kız bedeni içinde tüm yetişkin insanlardan daha üstün bir varlık. Vampir motifi, Dracula romanından bu yana ölümsüzlüğün içsel olarak barındırdığı dayanılmaz trajediyi sıkça işlerken, Miyu animesi bu rotada ilginç bir varyasyon sunmaktadır: belirsiz bir geleceğe, belki de sonsuza dek bir çocuğun bedenine hapsolmak ve sürekli bu durumdan kurtulmak için uğraşıp durma zorunluluğu. O çocuk yüzlü Miyu’nun bakışlarından hemen hemen hiç eksik olmayan hüzün buradan kaynaklanmaktadır. Bu sabır taşı olsa insanı çatlatacak zorlu uğraşı boyunca tek yoldaşı Larva adlı, yüzünü genellikle grotesk bir maske altına saklayan ve karalar giyen yakışıklı bir genç erkektir. İşin ilginci, Larva da aslında bir shimnadır ama Miyu’ya yoldaşlık -ve aslında besbelli yarenlik- etmeyi tercih etmiş bir shimna. Miyu ile Larva’nın tanışıklıklarının miladı tam da o lanetli günlere dayanır, yani Miyu’nun henüz gerçekten de küçük bir kız olduğu ve aile görevini üstlenmesinin gündeme gelmesinin hemen arefesindeki günlere: Bir gece, bu küçük kız karanlıklar içinde denizden gelen bu gizemli genç erkekle tanışmış (birlikte olmuş?) ve hemen akabinde o talihsiz gelişme yaşanarak bedenen büyümemeye ve shimnalara karşı sonu belirsiz, bitmek tükenmek bilmez zorlu mücadeleye girişmeye mahkûm olmuştur.

Miyu öykülerinin çoğunun, Miyu’nun kendi trajedisini oluşturan çerçeve öykünün yanısıra, en az iki ortak paydası daha var. Öncelikle shimnalar, genellikle yaşamlarında travmatik talihsizliklere maruz kalmış bireylerin bu durumlarını kullanarak onları etkileri altına alıyorlar. Örneğin OAV’ın ilk bölümünde, bir vampirin pençesi altındaki küçük kızın aslında anne-babasıyla birlikte trafik kazası geçirince ancak ölümcül biçimde yaralanan anne ve babasından kan nakli yapılarak hayatta kalması sağlanmış talihsiz bir evlat olduğu ortaya çıkar. Vampirimsi shimna ise, küçük kızın kanını emmesi karşılığında, anne-babasının hayalet veya halüsinasyon olarak peydahlanmasını ve bu travmatik deneyimini unutturmasını temin etmektedir. Sonuçta Miyu, bu shimnayı haklar ve küçük kız ölür. Öte yandan Miyu, aynı zamanda bu kızın erkek arkadaşının kanını emerek, kız arkadaşını yitirmekten kaynaklı kederini sonsuza dek unutacağı sahte bir mutluluk içinde yaşamasını sağlar. Yani bir anlamda, shimnanın küçük kıza yaptığının aynısını Miyu oğlana yapar… Miyu öykülerinin diğer ortak paydası da işte budur: Miyu ve shimnaların aslında basitçe zıt kutup ‘iyi’ ve ‘kötüler’ olmak yerine belki de çok farklarının olmadığının, izleyici olarak koşullandığımız yargıların aslında göründüğünden daha karmaşık olduğunun sergilenmesi. OAV’ın ikinci bölümünde, bu husus daha da net biçimde ortaya çıkar: Bir okulda, oğlan çocukları birer birer kaybolmaktadır ve Miyu’nun şüpheleri –isabetli olarak- Ranka adlı bir kız çocuğunun üstündedir. Ranka, son olarak besbelli Miyu’nun da beğendiği yakışıklı bir oğlan çocuğuyla çıkmaktadır. Aile hayatından mutsuz, yaşama arzusunu yitirmiş olan oğlan, Ranka’da tekinsiz bir yan olduğunun aslında farkındadır ve bile bile başına ne gelirse gelsin onunla sonsuza dek birlikte olmak için yanıp tutuşmaktadır. Himiko ve Ranka, Miyu’nun Ranka ile olan mücadelesinin ise, zorunlu misyonu gereği bir shimnayı daha ait olduğu evrene geri göndermenin ötesinde, yakışıklı oğlan çocuğunu rakibesinden çalmak güdüsüyle de ateşlenmekte olduğunu Miyu’nun yüzüne vururlar. Bu episodun sonunda, Ranka, öte evrene yanına gözde oğlan çocuğunu da alarak, elele sarmaşdolaş ve her ikisi de bu shimnanın alameti farikası olan tahta kuklalara dönüşerek göçer. Himiko’nun ifadesiyle, “avcı Miyu kazanmış ama Miyu’nun içindeki kadın kaybetmiştir”.

Miyu’nun, insanlığa musallat olmuş habis doğaüstü varlıklarla mücadelesinin basitçe bir iyi-kötü mücadelesi olmadığı, Miyu’nun tek boyutlu bir karakter olmayıp, küçük kız bedeni içindeki bir kadının çapraşık duygularıyla hareket ettiğinin bir diğer göstergesi Tv dizisinin ikinci bölümünde daha da çarpıcı biçimde vurgulanır. Bu episoddaki shimna, kadınların güzel görünmeye yönelik narsizmini kullanarak onları makyaj yapma vaadiyle kandırıp diri diri hareketsiz mankenlere çevirmektedir. Episodun finalinde Miyu, shimnayı alteder ve ait olduğu evrene geri gönderir ama.. Onun tutsağı olmuş kadınları bu durumdan kurtarmak için ise bir şey yapmaz, sonsuza dek o hâlde bırakır!

Tv dizisinde, OAV dizisindeki Himiko karakteri ne yazık ki bir daha çıkmaz karşımıza (oysa ki OAV’ın dramatik finalinde Himiko’nun Miyu ile olan bağlantısının geçmişe dayandığı, izleyecek olanların keyfini kaçırmamak için burada tam olarak açıklamayalım ama Himiko’nun çocukluğundaki travmatik bir deneyime ilişkin belirsiz anılarının bir şekilde Miyu ile bağlantılı olduğu sürpriz biçimde ortaya çıkıyordu). Tv dizisinde Miyu, bir okula kaydolmuştur ve okulda kendine kızarkadaşlar edinir ve bu tipler tv dizisinin yan karakterleridir; tv dizisinde bir de Miyu’ya arkadaşlık eden, sevimli bir tavşan görünümlü munis bir shimna vardır ki, bu tipin dizinin havasına pek uymadığı söylenmeli. Ancak çok şükür Larva da Miyu’ya eşlik etmeyi sürdürüyor. Miyu hakkında buraya kadar söylediklerimize ilâveten ayrıca dizinin kültürel bağlamda siyasî-tarihsel yönelimler de taşıdığı temkinli olmak kaydıyla savunulabilir. Larva’nın Japon kıyılarına Batı’dan gelen bir shimna olması, onu âdeta (Hamam filminde olduğu gibi) gönlünü Doğu’ya kaptıran Batılı imgesinin taşıyıcısı yapıyor. Kuşkusuz, Japon sosyal tarihi minvalinde daha yetkin gözlemciler, Miyu dizisinde başkaca hususlar da tespit edebilirler ama bu yazıda bu kadarıyla yetinip başka sefere bırakmak daha doğru.

Miyu’nun karakter tasarımı, OAV dizisi ve televizyon bölümlerinin çoğunu yöneten ve çizgi roman öykülerinin çoğunu yazan Toshiki [Toshihiro] Hirano’nın karısı, çizgi roman sanatçısı Narumi Kakinouchi’ye ait. Kakinouchi, bir röportaj sırasında “Basit ekran tonlamanız, çizgi çalışmanızın zerafetini vurguluyor. Bu, kastî mi? Bu etkiyi yaratmak için ekrantonları kullanımınızı özellikle mi sınırlıyorsunuz?” sorusuna verdiği yanıttta, kendi tarzını şöyle tanımlıyor: “Çizgiler (hatlar?) yerine, bütün imajın izleniminin yumuşak olmasını tercih ediyorum. Kalın ve ağır imajları sevmiyorum. Bu bağlamda, benim çalışmam narindir. En azından umarım insanlar benim çalışmamı öyle buluyorlardır.”

Orta metraj bir sinema filmi

Japon animasyonun en yeni ürünlerinden orta metraj sinema filmi Blood: the Last Vampire’da (Kan: Son Vampir; 2000) aslında VHD gibi bir vampir avcısı filmi. Miyu dizisinde olduğu gibi başkarakter vampir avcısı da, genç bir kız ve üstelik kendisi de bir vampir. Kült anime Ghost in the Shell’in (1995) yapımcılarının ürünü olan B:tLV, bilgisayar teknolojisinin animasyondaki uygulamalarının en yeni, en gelişkin örneği olarak yapımcıların bir gövde gösterisi, bir ‘demo’ işlevi taşıyor âdeta. Yalnızca film olarak değerlendirildiğinde ise, sergilenen animasyon tekniğinin yarattığı hayranlık bir yana, ne yazık ki orta metraj süresinde (48 dk.) yalnızca bir dizinin pilot bölümü izlenimi yaratarak insanın hevesini kursağında bırakıyor. Blood: the Last Vampire’ın aslında bir video oyunu dizisi ile bir manga dizisini de içeren ‘multi-medya’ bir projenin film ayağı olduğu söyleniyor ve hayır, bildiğimiz kadarıyla en azından şimdilik, devam filmlerinin çekilmesi gündemde değilmiş. Oysa mevcut filmde, hikâyenin karakterlerinin kimlikleriyle ilgili pek çok unsurun ucu açık kalıyor. Gizemli genç kız, kendisi de bir vampir olmasına karşın, neden gizemli Amerikalılar’ın hizmetinde vampir avcısı olarak çalışıyor? Bu belirsizlikler, filme biraz X-Files’ı andıran bir hava vermiyor değil. Ama filmin sanki siyasal-tarihsel bir mesajı varmış gibi yapıp bu unsuru tamamen havada bırakması daha da kaydadeğer. Filmin konusu, 1966 yılında Japonya’daki bir Amerikan askerî üssünde geçiyor ve kapanış jeneriğinin hemen arefesinde üsdeki askerlerin Vietnam’a doğru yola çıktıkları bildiriliyor. Yani?… Böylece iyimser bir yorumla ‘Esas canavarlar acaba kim? Vampirler mi, Amerikan emperyalizmi mi?’ gibi manidar bir soru mu sorulmak isteniyor, yoksa vampirlerin üsse musallat oldukları anımsanarak vampirlerle ABD’nin iç ve dış düşmanları arasında paralellik mi kurulmak isteniyor, karar vermek için şu aşamada yazı tura atmak lazım!

VHD’nin 15 yıl sonra gelen devamı
Wicked City (1989) ve Ninja Scroll (1995) adlı kült animelerin yönetmeni olarak tanınan Yoshiaki Kawajiri’nin imzasını taşıyan Vampire Hunter D: Bloodlust (Vampir Avcısı D: Kanşehveti; 2000 [VHD:B]) ise VHD’nin 15 yıl sonra gelen devamı ve VHD gibi uzun metraj bir sinema filmi. VHD:B, geçen yıl anavatanı dışında sınırlı ölçekte olsa da ABD’de bile sinemalarda ticarî vizyona girdi. Türkiye’de ise üniversitelerdeki gösterimlerinde ve Ankara’daki Japon Animasyonu Günleri gibi etkinliklerde DVD üzerinden sinevizyon ortamında izleyicilerle buluştuğunda yoğun bir ilgi ve beğeni topladı.

VHD:B’nin VHD ile karşılaştırması ise herşeyden önce animasyon tekniğinin geçen yıllar boyunca nereden nereye geldiğine tanıklık ediyor. Gerçi VHD:B, canlandırma tekniği açısından mükemmel sayılmayabilir, Blood: The Last Vampire bu açıdan daha ‘başarılı’ bir ürün ama onun da orta metraj bir film olduğu gerçeğini gözönüne alarak uzun metraj filmlerle karşılaştırılması haksızlık sayılabilir. VHD:B, canlandırmadaki artıları eksileri bir yana, Ninja Scroll’daki çalışmalarıyla tanınan Yutaka Minowa’nın yaptığı karakter tasarımları ve her biri âdeta bir tabloyu andıran kompozisyonları ile görsel açıdan çok göz doldurucu bir ürün; umarım Türkiye’de de bir dağıtımcı çıkıp VHD:B’yi vizyona sokar da büyük perdede layıkıyla izleyebiliriz: Japon animasyon filmlerinden mahrum bırakılıp yalnızca Disney ve benzerlerine mahkûm edilmemiz çok sinir bozucu.

VHD:B’nin konusu kısaca şöyle: Meier adlı bir vampir tarafından kaçırılan Charlotte adlı genç bir kızın ailesi, evlâtlarını ölü ya da diri olarak vampirin elinden kurtarana yüklüce bir ödül vaat etmiştir. Yalnızca D değil, Markus Kardeşler adlı bir grup vampir avcısı da ödülün peşindedir. Vampirin ve tutsağının izini süren D ve diğer ödül avcıları rekabet halinde olsalar da Markus Kardeşler’le işbirliği halindeki Leyla adlı sarışın vampir avcısı ile D arasında zamanla romantik bir çekim oluşur. Spagetti western etkisi VHD:B’de, VHD’ye oranla çok daha belirgin, bu kez yalnızca başkarakterin tiplemesinde değil (üstelik bu kez D’nin İngilizce sesi, Clint Eastwood’u bir hayli andırıyor) neredeyse filmin ilk yarısının genelinde anlatıya bir spagetti western havası hakim: büyük para ödülü için birbirleriyle rekabet halindeki kiralık silahşörlerin mücadelesini izliyorsunuz. İkinci yarıdaki anlatı ise F.F. Coppola’nın 1992 tarihli Dracula uyarlamasını anımsatıyor, çünkü bu kez vampir ve genç kadın arasında aslında zoraki bir tutsaklık değil, gönüllü bir aşk ilişkisi sözkonusu; vampir –ve sevgilisi- trajik figürler olarak sunuluyorlar. Bu arada vampir avcılarının nefesini enselerinde hisseden Meier ve Charlotte’u canları pahasına korumayı kendilerine görev bilen Barbarois adlı mutantlar da Dracula romanında –ve Coppola’nınki dahil pek çok sinema uyarlamasında- aynı işlevi üstlenen çingeneler güruhunun yerini tutuyorlar. Barbaroislardan ağaçlarla bütünleşebilen bir tanesinin maharetini sergilediği sahneler, filmin unutulmaz sahneleri arasında yeralıyor. Trajik aşk ilişkisi izleğini süren VHD:B’nin yaratıcıları, Coppola’dan daha cüretkâr davranmışlar. Coppola, romanın alt-metnini su yüzüne çıkarmadaki bütün başarısına karşın sınırları zorlamada sonuna kadar cesaret gösteremeyerek, mutlu sonu ancak ilâhî haç imgelerinin gücü karşısında Dracula’nın nedamet getirerek huzura kavuşmasıyla tasavvur edebildiği için, filminin finalinde hayal kırıklığı yaratmıştı. Bir de VHD:B’yi izleyin…



Bu projeyi öneren Mutlu Binark’a, filmleri temin eden Alpin’e ve basılı kaynak sağlayan Burak Aydın’a teşekkürler.

alıntıdır...
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Japon Animasyonunda Vampirler
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» Vampirler Hakkında
» OK Dergisi "Gelmiş Geçmiş En Çekici Vampirler"

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Golconda :: Vampir Animeleri :: Anime Nedir?-
Buraya geçin: